İşte Böyle Bir İnsandı Benim Babam

İşte Böyle Bir İnsandı Benim Babam

Sene 1988, yaşım 11.

Dershaneye gidememiştim ama Kırıkkale Anadolu Lisesi’ni il ikincisi olarak kazanmıştım.

Anadolu Liselerinin “Anadolu Lisesi” olduğu zamanlar… Ayrıcalıklı ve İngilizce eğitim veren tek okul statüsüne sahip. Ortaokul kısmından başlıyor, ilk yıl İngilizce hazırlık.

Hazırlığa başladım ancak bir sorun var, İngilizce kitapları çok pahalı. Babam Makine Kimya Endüstri’sinde işçi olarak çalışıyor ve kitapların bedeli babamın maaşının neredeyse yarısı. İmkânlar kısıtlı, orijinal kitapları almak olanaksız. Hâl böyle olunca bir arkadaşımdan ödünç alıyoruz kitapları ve fotokopi çektiriyoruz.

Sınıfta herkeste gıcır gıcır, orijinal kitaplar; çekici ve renkli. Benim gibi birkaç öğrencide ise solgun ve soğuk, renksiz kopyalar. Senin yok diye utanıyorsun arkadaşlarından haliyle, ama nafile.  Orijinal kitaplar okulda da satılıyor ve okul yönetimi de bastırıyor herkesin orijinal kitapları olacak diye. Ama yapacak bir şey yok, elde olmayınca olmuyor…

Bir süre böyle idare ediyorum. İki haftanın sonunda; okul müdürü girdi sınıfa (İsmi, siması, ses tonu kazılı aklımda). “Hocam Hanım!” dedi sınıftaki öğretmenimize, “Yarın hala fotokopi kitaplar ile gelen öğrencileri sınıfa almayacaksın!” diye haykırdı herkesin ortasında.

Zaten eziğiz, iyice eziliyoruz bu sözlerle… Herkes için ağır bir durum, 11 yaşındaki bir çocuk için ise fazlasıyla ağır…

O gün tesadüf, babam geliyor okula. Oturuyorum merdivenlerin başına, hüngür hüngür ağlıyorum. “Ne olur beni al bu okuldan baba, normal ortaokula gönder” diye yalvarıyorum.

Ben ağladıkça babamın yüzündeki o ifade hiç değişmiyor; hafif tebessüm eden ama güven dolu, inanç dolu o ifade. Bir tek bu kelimeler dökülüyor dudaklarından tüm o zaman içinde:

“Ben seni okutacağım oğlum.”

Akşam oluyor, eve geliyorum. Derin üzüntüm hiç geçmiyor. Bu duygularla yatağa gidiyorum ama sabah hiç olmasın, hiç gitmeyeyim istiyorum o okula…

Ve sabah oluyor, ama sanki bir mucize de gerçekleşiyor. Kitaplarım masada duruyor ama bu sefer renkli halleri ile… Biraz daha yaklaşınca anlıyorum gerçeği…

Babam tüm gece uyumamış, tüm fotokopi sayfaları kuru kalemlerle orijinal renklerine boyamış…

Renkli kitaplarımı alıyorum, sınıf masamın üzerine koyuyorum, ve devam ediyorum okuluma…okumaya…yoluma…

3 çocuk okuttu babam, kısıtlı imkanlarla. İmkanlarımız kısıtlı idi ama mutluluğumuza kısıt yoktu sayesinde. Bir hayali vardı, emekli olup Kızılırmak kenarında küçük bahçeli bir evi olsun istiyordu. Ama derler ya, hayat siz planlar kurarken başınıza gelenlerden ibaretmiş. Bir gün hiç beklemediğimiz bir anda kaybediverdik sırtımızı dayadığımız Koca Çınarımızı. Tam da emekliliğine bir sene kala, hayallerine bu kadar yakınken, 44 yaşında daha yaşanacak çok yıllar var iken avucumuzun içinden kayıp gidiverdi ansızın.

“İşin oluruna bak evlat” derdi hep; yıllar sonra bu sözlerin ne denli kıymetli bir miras olduğunu anladım. Güçlükler hep olacaktı ama eline kuru kalemleri alıp boyayınca baş edilemeyecek zorluk yoktu.

İşte böyle bir insandı benim babam…Muharrem Acılıoğlu…

Hep gül bahçesi sunmayan hayatta, elindeki gülleri olabilecek en güzel güllere çevirendi…   

İnan Acılıoğlu

“Babalar alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır”,Hasan Ali Toptaş

YORUMLAR

    Bu konuya henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...

YORUM YAZ